Gümüşhacıköy Köseler Köyü-2-
Köseler Köyünde Gürleyik
Geçen
kış babamla annem Çaycuma’ya yanımıza gelmişlerdi. Köseler kitabı çalışması
için onlara Köseler’i anlattırıyor, ben de notlar alıyordum. Köseler’in
dağlarını, tepelerini, derelerini anlatırlarken Odalıkaya’nın, İn Deresi’nin,
Gürleyik’in ilginç yerler olduklarını hissettirecek biçimde masalsı bir
anlatımda bulunuyorlardı. Bu anlatım bende “Gürleyik’i görmeliyim,” fikrini bir
tutkuya dönüştürmüştü, çünkü İn Deresi ve Odalıkaya’yı çocukluğumda görmüştüm
ve oraları hayal meyal hatırlıyordum.
Gürleyik’i görmeliydim.
12 Temmuz 2007’nin ikindi saatlerinde Kozakçı tarafı
gezisinden hemen sonra Hamza Akbaş(Pehlivan) ve Maman’ın Sadık ile
Köprübaşı’ndan hareket edip Ekinalağan yoluna düştüğümüzde batı yönünden güneş
otomobilimizin ön camına vuruyordu. Dik, küçük taşlı ve birkaç keskin virajlı,
dar toprak yolda zar zor yürüyen arabamızın çekişten düşmesini önlemek için
klimayı çalıştırmıyorduk. Hava sıcaktı. Biz arabanın içinde durmadan terliyor
ve terden sırılsıklam oluyorduk. Camı indirdiğimizde yoldan kalkan öllüklenmiş
toprağın kuvvetli tozu, bize yetişip camdan içeri giriyordu. O zaman da nefes
alamıyorduk. Böylece eskiden köyün demüstülerine köylülerin çorak aldığı
Çoraklık’ın önünden, Evkaya’nın altından, Odalıkaya’nın alt taraflarındaki
büyük taşlı, yer yer büklü, çalılı, pelitli, kısa bodur isirinli ve ardıçlı
engebeli yüksekliklerin eteğinden, köyün bahçelerinin üstünden, cevizlerin ve
uzun boylu selvi kavaklarının yanından geçip içi dağ kavağı ve isirin dolu
Göğdere’nin oradaki keskin virajdan bir iki manevrayla dönerek arabamızı dik
bir yola sardırıyorduk. Yolun buraları, arabayla geldiğimize bizi pişman
ettiriyordu.
İçimden “Değer miydi, arabayı bu yola vurmaya.”
diyorum. Bir sürelik tırmanıştan sonra arabamızın rahatladığı tatlı eğimli bir
yoldayız. Biraz ötelerde yine birkaç keskin viraj ve tekrar tırmanışlar…
Derken, epeyce yükseliyoruz, Köseler’den. Köseler, aşağılarda ve gerilerde uzun
boylu selvi kavakların içinde kalıyor.
Göğdere’den başlayıp yamaçlara doğru irili ufaklı
pelit, isirin, yer yer çam, dağ kavağı, alıç ve ardıç ağaçları… Solumuzda içi
ağaç dolu, yemyeşil Köseler Çayı’nın yatağı. Yatağın öte geçesinde Köy Korusu.
Oralar da yemyeşil. Köy Korusu, yamaçlara doğru sarıp gidiyor. Bu ağaç denizi,
güneşin altında parıldıyor. Daha uzaklarda yüksek tepelerin gölgeleri düşüyor
bu ağaç denizine. Koyu gölgenin düştüğü yerlerde, koyu yeşil, daha da koyu bir
hal alıyor. Sık dedikçe sık burada orman. Fotoğraf gibi buralar. Öyle
gözüküyor.
Dik ve virajlardan sonra bir düzlüğün içine düşüyor
yolumuz. Yanımda oturan Hamza Pehlivan: “İşte şura Ganefillininçayır. Ganefillininpınar
da burada. Buralarda az mı davar güttük! Bekirindere de burada. Artık birazdan
Ekinalağan. Buralarda iyi ekin olur. Eskiden buralara yaylaya çıkanlar da
olurdu.” diyor. “Gürleyik’e var mı?” diyorum. O “Var daha.” diyor. Biraz daha
gidiyoruz. Araba düzlükte iyice rahatlıyor. Virajlar da yok artık. Vitesi üçe
takıyorum. Artık kaldırdığımız toz bize yetişemiyor, fakat tozdan göz gözü
görmediğini arabanın dikiz aynasında fark ediyorum. Arkamızda tam bir toz
bulutu bırakıyoruz. Gittiğimiz yolun iki yanında biçim zamanı yaklaşmış
buğdaylar başaklarını biraz eğmişler ve bereketlice duruyorlar. Biraz ileride
birkaç yığın. Bunlar buğday da olabilir, arpa da... Arpalar biçilmiş. Çok tarla
var burada. Çoğu düz. Kuzeyimizdeki pelit ve isirin koruluğunun altında eğimli,
traktörün çalışamayacağı yerler de var. Oralar sürülmeye sürülmeye boz duruma
gelmiş. İçlerinde de kabaran, dal budak salan birkaç bükten fırlamış ağaçlar.
Tarlalar üç beş dönümlük, parça parça… Buraların
ormandan veya meradan açıldıkları izlenimi ağır basıyor. Yol, tam tarlaların
orta yerinden geçiyor. Güneyde, tarlalar, düzlüğün başına kadar uzanıyor.
İleride yolumuzun sol tarafında fiğ biçiyorlar.
(...)
Çaycuma, Temmuz 2007, Seyfettin Ceylan
Yorumlar
Yorum Gönder