Hacımıstığınkır'da 75 Su Tabancası-1

HACIMISTIĞINKIR'DA 75 TABANCA -4-
(...)




"Şimdi gündüz olsaydı, buradan bakınca Karşılarda, Hıdır Can Bademliğini görürdük, artık birkaç yıldır geriden orman gibi duruyor," diyor, Müslüm.
El yordamıyla koyu karanlığın içinde beyaz sis gibi duran minibüsün iki taraftan ön kapılarını açıyoruz, şoför mahalinin ışıkları yanıp teypten Mahsuni Şerif'in "Kara gözlüm nisan ayı gelince, yine yolumuzda gurbet görünür. Akar gözlerimden inceden ince kanlı yaş ellere şerbet görünür. Dövünüp ağlama gülüm boş yere, biz nere şad olup eğlenmek nere? Var deyi dillere düştük bir kere, yokluğum ellere servet görünür. Ömrümün üstünde yıllar yol aldı, sayılı gün daraldı da daraldı..." okuduğu türkü, koyu karanlıkta yüksek sesten kırlara yayılıyor.
Müslüm anızların tuttuğu tarlada hızla manevra yaparken uzun hüzmelerini yakıp hafif yüksek bir sınırla başlayan soğan tarlasının geniş yeşilliğini karanlığın içinden alıp uzun bir çay tepsisi gibi sunarken içimden: "Mahsuni'yi dinlemeyeli ne çok olmuş" diyorum.
"Şimdi pompaya gidiyoruz, Seyfettin Amca," diyor yüksek sesle ve tarladan sorunsuz ayrılmanın mutluluğu ile.
Mahsustan, "Geldiğimiz yerden mi?" diyorum.
"Hayır, biraz sonra bir yola düşeceğiz ve tepeyi aşacağız..."
"Ne yolu oluyor, o yol?"
"Bilmiyom ki..."
"Karacakaya Merzifon yolu desem bir şey anlatır mı?"
"Onlar, Alıcık üzerinden Merzifon'a giderler."
Arabayı birinci vitese alıp yarım debrej yapmasına rağmen araba bir o yana bir bu yana yatarak derin, kıyılarındaki otları kurumuş dar, iki izden ibaret bir yola koyuyor.
"Bu gördüğün yol çok tarihi bir yol. Karacakaya Merzifon Yolu. Eski şehir yoludur, bizim köyün topraklarından geçen bu yol. Kuyucak, Medine Köprüsü, Alovne (Ala Güney), Gücüöz(Küçüköz, Kocakoz), Yukarısondaj, Hasan Çoban Köprüsü, Karatepe köyünün doğusu, Elemi ve Samadolu arazisinden Şehir bağlarının pınarın orada bizim şehir yoluyla birleşir. Yaya, dört beş saatlik bir yoldur belki de… "
"Neler var, biz Hasan Çoban'a gidiyoruz." diyor.
Araba iki ve bir süre sonra üçüncü vitesle ilerlerken soldaki soğan tarlalarında bir iki gün önceki yağmurlamalardan yola kaçan sulardan bir çamura giriyoruz. Araba arka tarafını kıyıdan derin yatağa düşürüp bir süre sonra patinaja kapılıyor, "Kıyıdan düşürme, yolun kuru yerini takip et," desem de, ön tekerler de çamur derin yatağa düşüyor. Araba iyice yavaşlayıp olduğu yerde kalıyor.
"Şu tepeyi bir sıyırsaydık, az kaldı ama..."
"Zorlatma, dur, geri vitesine tak, kuru yere kadar inelim..."
Geri geri iyice düzlüğe iniyoruz. Egsozdan geriye kalan duman uzun hüzmelerden bir bulut olup önümüzden hafif poyrazla havalanıyor.
Bir iki üç hareket ediyoruz.
Üçüncü vitesle tepeyi aşıyoruz, Aşağı doğru daha uzun ve geniş alanı aydınlatıyor uzun hüzmeler ve şimdi çiçeğe durmuş ayçiçeği tarlalarıyla dar yolun kıyısı duvar gibi karanlıkla örülüyor.
Bir iki tahlikeli derin izlerden arabanın altını değdirmeden geçmeyi başarıyor Müslüm.
"Aferin, iyi şoförsün, bir de ehliyetin olsa,"
"Merak etme Seyfettin Amca, buralar bize tozlu yol."
"Öyle deme, yolda kalsak, ayçiçeği tarlalarından bir sürü domuz çıkar!"
"Şimdi patates tarlalarında, ondan sonra da mısırlara, sonra da ayçiçeklerine dadanır, daha yoktur. Gideceğimiz yer çok tehlikeli!"
"Hasan Çoban sıklık mı?"
"Ne biçim hem de!"
Karanlıkla örülü yüksek duvardan fırlamış ve sarkmış iri kafaları sarı çiçekli ayçiçekleri arabamıza değip karanlıkta kalırken teypte Mahsuni'nin "Ben beni" türküsü çalıyordu.
(...)
Yakup Köyü, 07 Temmuz 2016, Seyfettin Ceylan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sivas Yıldızeli Nallı Köyü Yazıları-1

SİVAS İLİ YILDIZELİ İLÇESİ NALLI KÖYÜ YAZILARI-2

KIRK ÇINAR KORULUĞU "BİR YATILI OKUL HİKAYESİ"