Taban Ateşi/ Roman taslağı/ 1 Şubat-Nisan 2024
TABAN ATEŞİ-TASLAK ROMAN-1 ŞUBAT 24, SEYFETTİN CEYLAN
(...) Fırından yeni aldığı ekmek kâğıtta sarılıydı. Kâğıdı açtı. Ekmeği, üçe böldü. Odayı mis gibi sıcak ekmek kokusu aldı. Rutubet kokusu kayboldu. “Hadi afiyet olsun.”
Adem:
“Ben Ankara’dan gelirken otobüs Gerede yakınlarında mola verdi, bir şeyler yedim, siz buyurun.”
Okul Müdürü, payına verilmiş ekmekten bir parça koparıp, “Sofranın hatırı kalmasın, taze ekmek çok güzelmiş, domatesler de öyle etli ki…”
Okul Müdürü geliş amacını anlattı. “Kumluca Atatürk Yatılı Bölge Okulunda,” dedi. “Bugün ayın 23’ü altı gün halk oyunu ekibi çalıştırmanız için geldim. Adem Ankara’dan geldi. Seyfi Usta seni de götüreceğim. Perşembe’de çaldığın oyunlara benziyor bölgesi aynıymış.”
Kahvaltısını bitiren Seyfi Usta duvarda asılı takvime baktı.
Seyfi Usta:
“Altı gün boşum, Cumhuriyet Bayramı günü akşam fener alayından önce Halk Eğitimin Halk Oyunları Ekibinin gösterisi var. Yetişebilir miyiz?”
Ayağa kalkan Okul Müdürü:
“Haydi, kalkalım, yetişiriz.”
Kapının arkasındaki zurnaları alan Seyfi Usta’yla bir süre sonra dışarı çıktılar kapıyı iri ve büyükçe bir anahtarla kilitledi, anahtarı bahçedeki elma ağacının eve uzanmış bir dalının üstüne anahtardaki iple doladı. Rüzgârın dolaştırdığı bir ip görüntüsü veriyordu anahtar. “İçeride, tüpten başka değerli bir şey yok, bir şey olmaz, zaten zurnaların ikisini de aldım.” Evin önündeki hafif yükseltide duran arabaya bindiler, Kumluca Yatılıya hareket ettiler.
Çocuklar dersten çıkıncaya kadar müdür odasında çay kahve içtiler, Adem'in üniversite hayatından konuştular.
Saatine bakan Okul Müdürü:
“Saat 15.20’de merdiven başına çıkıp sizi okul toplumuna tanıtacağım…”
Yanında davulu, davulun üzerinde çubuğu ve tokmağı duran Adem Yılmazer:
“Sayın Hocam, ben valizle iki takıp o yöre elbisesi getirdim, zurnacı ve davulcu için. Öğrenciler bizi öyle görseler, daha anlamlı ve amaca uygun olmaz mı?”
Seyfi Usta:
“Şimdi o elbiseleri nerede giyeceğiz?”
Okul Müdürü:
“Kolayı var, şimdi biz Seyfi Usta’yla koridora çıkalım, Adem sen giyin. Sonra da Adem’le ben dışarıda olmaya devam ederken Seyfi Usta giyinir. Burası hizmet odası,” deyip Seyfi Usta’yla koridora çıktılar.
Bir süre sonra kapıyı açan Adem, işlemeli kaftan yeleği, şalvarı, kızıl ve sarı uzun kollu işliği ve başında poşusuyla film sahnelerinden çıkar gibi çıktı.
Okul Müdürü:
“Müthiş! Şimdi Seyfi Ustam sıra sen de, elbiselerinizi köşedeki dolaba koyun askılar olacaktı,” dedi.
Bir süre sonra Seyfi Usta da zurnacı kıyafetleriyle çıktı.
Müdür odasına bu sefer üçü de geri döndü.
Okul Müdürü:
“Üniversiteden bahsediyordun Adem,” dedi.
Adem Yılmazer:
“… Üniversitede güzel sanat dallarıyla ilgili kollar var, halk oyunu ekipleri var. Ben bazı ekiplere davul da çalıyorum, bazı ekiplerin öğreticiliğini de yapıyorum. Bu sene bitiyor fakülte..."
Perşembe Lisesindeki 1992 Mayısında sahnelenen tiyatroya söz geldi.
Seyfi Usta:
"Tiyatro çok güzel olmuştu, bayağı uzundu, iki perdelik bir oyundu. Çok alkışlanan bu oyundan sonra dışarıda halk oyunu gösterisi olmuştu. Davulu oradan bir kız çalmıştı, şimdi o gelin olup İstanbul'a gitmiş. Müdür Bey ben sizi oyun bitince sahnede görmüştüm. Halk oyunu gösterisinden sonra da beni Durak Lokantasına götürüp yemek söylemiştiniz. Oradan da Merkez Kıraathaneye götürmüştünüz..." dedi.
66-Zurnacı Seyfi Usta ve Davulcu Hakkında
Ilık bir akşamüzeri havasında güneş Kavaklıkaldırım ve Kirsinler Tepesine epeyce yaklaşmış, gölgeler bu tarafa iyice uzamıştı... Öğrencilerin tamamı derste olunca Yatılının bahçesi bir sessizliğe verir, Gocanaz Çayı'nın inceden çağıltısı yerleri yumuşacık doldurur, bahçede seken kuşların cıvıltısı, çocuklardan serpilen simit susamı toplama telaşı ve neşesi belirginleşirdi.
Kuşlar burada sekip dururdu, çarşının güvercinleri de okulun önüne ve yemekhane önlerine sıklıkla gelmeye, buralarda vakit geçirmeye başlamıştı. Öğrenciler yokken burada hiç güvercin yoktu, bu güvercinler insan canlısı bir kuştu, insanları takip ediyordu... Kuşlar uçup burayı terk etse, kazan dairesinin oradaki çınar korusunda düşen çınar yapraklarının yumuşak düşüş sesini çaydan gelen ince, akşamüzeri esintisi yüksek beton duvarlardan çoğaltarak duyururdu. O esintide, şu yumuşak ses, çınarlardan düşen yaprağın sesi, dedirttirirdi.
Bu akşam da durmadan havada asılı kalarak, daireler çizerek yumuşak çınar yaprağı düşüşü sesi okulun önüne geliyordu.
Yatılı tamamen dersteydi, serada çalışan öğrenciler de dersteydi, çocuklar teneffüste ve okul önlerinde olduğu sürece bahçede ne Gocanaz Çayı'nın çağıltısı ne de çınarların yaprak döküşünün sesi duyulurdu. Hava ne kadar güzel olursa olsun bu sesler duyulmazdı. Kuşların sesi de duyulmazdı kolay kolay...
Öğrenciler, yurt ve yemekhane tarafına geçmişse kısmen çayın çağıltısı okulun önündeki tören alanına ince bir halı gibi serilir, orayı bir ormanda vadiye verirdi...
Ürkütler Tepesinden ve arkada hasır rengine evrilen boylu mısır tarlalarından gelen domuz homurdanması sesleriyle bu orman vadisi çağrışımı iyice güçlenirdi... Arada bir de bir kınalı şahin Ürkütler Tepesi’nden çayın çanağına dalar, Dibektaş Tepesine doğru yükselerek bir kavis çizerdi. Arada bir de Sarıçiçek Yaylası'ndan pamuk gibi bir bulut gelirdi. Bu pamuk bulutu, aşağılardan yukarılara doğru çay sıra gelen esinti alır, bir parçasını Yılanlar Yamacındaki evlerin arasına bir parçasını da Keçideresi vadisinde yumuşacık dağıtır, eler bitki örtüsüne yedirirdi.
Son ders ziline beş dakika kala Seyfi Usta ve Davulcu Adem okulun merdiven başına davul ve zurnalarıyla çıktılar.
Öğrencilerin tamamı derste olduğundan Yatılının bahçesi bu sessizliğinde Gocanaz Çayı'nın inceden çağıltısını yumuşacık yere seriyor, bahçedeki çınar korusunun güz yaprağı döküşünün sesini boğazdan gelen ince yel buralara veriyordu.
Okul Müdürü zil çalmaya bir dakika kala yayını açıp okulun yurdun, yemekhanenin tüm sınıf ve odalarına 15.20'de Kumluca Atatürk Yatılı İlköğretim Bölge Okulunun Bahçesinde davul ve zurna ziyafeti arz olunacaktır, iyi eğlenceler YİBO dedi.
Kumluca Atatürk YİBO Halk Oyunları Ekibi gurbette kalmanın hüznünü atacaktır. Aslıhan Aysel Öğretmeni ve ekibini bekliyoruz.
Birkaç kez okudu, davullar vurunca hepimiz Anadolu, Seyfi usta çalınca hepimiz halkçı oluruz, hepimiz kahraman. İpi omzunda ve tokmağı da elinde bir davulcu vurur davuluna.
Çaycuma Öğretmenevinin önündeki genç ve kalabalık çınarlara hiç benzemez. O, Çaycuma'nın tarihi üç çınarından birine benzer, o kadar azdır, oralarda ve de buralarda.
Çaycuma'ya, Çaycuma'nın anlamlı günlerine, eylemlerine, Çaycuma'nın tekmil güzel zamanlarına icra ettiği bir çocukluğumuzun düğün evlerindeki haylaz ıslığıdır. Müzik; Anadolu'nun Sivas'ından, Kars'ından, Iğdır'ından taşıdığı repertuarı, kubaşık fiillerde el ele oynanan halaylarda resmolur, yanık ve neşeli ezgisiyle, şimdi yanında Sivas'ın Kangalından bir davulcu arkadaşı da var…
Eylemlere umut derer bunlar. Havalandırırlar Bir Mayısları… Havalandırırlar emeğin solladığı günleri… Seyfi Ustasız buruk olur Çaycuma’nın Bir Mayısları.
Bir roman oylumunda anarak… (…)
Taban Ateşi, Roman taslağı, Seyfettin Ceylan, 1 mayıs 2024, Eskişehir
Yüreğinize sağlık müdürüm 👍👋👋
YanıtlaSil